A‘yân-ı Sâbite, eşyanın görünür hale gelmeden önce Allah’ın ilminde bilgi olarak mevcudiyeti, zahir olan varlıkların Allah’ın ilmindeki mahiyetleri, gizli hakikatleri anlamına gelen bir tasavvuf kavramıdır. A‘yân-ı Sâbite, varlık (vücud) kavramından farklı bir mana ifade etmektedir. Öyle ki herhangi bir şeyin varlığıyla onun mahiyeti başka şeylerdir. A‘yân-ı Sâbite dış alemden bağımsız olarak Allah’ın ilminde sabit olan “yoklar” (ma’dumlar) olarak tanımlanır.
Muhyiddin İbnü'l Arabi, Ayan-ı Sabite’yi vahdet-i vücûd nazariyesinin temel unsurlarından biri olarak görmüştür. Ona göre yaratıkların ve eşyanın üç safhası vardır: Şüûn-ı sâbite, a‘yân-ı sâbite ve a‘yân-ı hâriciyye. Bu safhalardan ilki olan şüûn-ı sâbite safhası, eşyanın Allah’ın ilminde külli bir bilgi olarak var olduğu safhadır. İkinci safha ise a‘yân-ı sâbite safhası, eşyanın Allah’ın ilminde birbirinden ayrılmış ve farklılaşmış bir vaziyette var olduğu safhadır. Bu safhaların üçüncüsü olan a‘yân-ı hâriciyye safhası ise eşyanın dış aleme zuhur ve tecelli ettiği safhadır.
Muhyiddin İbnü'l Arabi’ye göre a‘yân-ı sâbite, Allah’ın isimlerinin gölgeleridir. Allah’ın isimleri sonsuzdur ve her isim bir sıfat ve bir tecelli anlamına gelir. A‘yân-ı Sâbite ise bu tecellilerin ilahi ilimdeki suretleridir. Bu suretler dış aleme yansımazlar, ancak Allah’ın kudretiyle yaratılıp a‘yân-ı hâriciyye haline gelirler. Bu yaratma sürecinde ayn-ı sâbitenin mahiyeti değişmez, ancak hakikati değişir.
Yorum Gönder